Eşim Seran ile 10’uncu yılımızda güzel bir tatil yapmaktı amacımız.. Bir yıl önceden para biriktirip Bali ya da Tayland’a gitme hedefi koyduk… Ancak tam bir ‘gibriyagi’ olarak işi son güne bırakınca, bizim planlar suya düştü… “E bari bu sıcaklardan kurtulalım” diyen Seran, Karadeniz turu önerisi yaptı.
“Yahu ihtiyar işi, 5-10 sene sonra gideriz” dedim ama dinletemedim.. El mecbur, gün geldi düştük yollara..
Karadeniz turu yapanlar için bu yazı çok bir anlam ifade etmeyecek belki ama gitmeyenler varsa, bence iyice bir okusun.. En başta söyleyeyim; eğer Karadeniz’e tur şirketleri ile gidecekseniz çok yorucu bir gezi programının sizi beklediğini bilin derim! Deyim yerindeyse uyku haram, dinlenme de hak getire!..
Askeri nizam gibi en geç sabah 06.00 kalkış şart! Her geceyi bir başka otelde geçireceğinizden valiz hazırlığı kısmını da unutmayın..
Uzun otobüs yolculukları Karadeniz’in resmen doğasında var. Zira teknolojinin tüm imkanlarını kullansa da Türkiye hükümeti, tüm dağlara tüneller açsa da otobüsle saatlerce sürecek dağ tırmanışlarına hazırlıklı olmalısınız!
Şunu da söylemek lazım, biz Karadeniz’i bir haftada gezdik, tur şirketleri her yeri gösterebilmek için hızlı programlar hazırlıyorlar ama eğer imkanınız ve paranız var ise Karadeniz’e kendiniz gitmeli, kendi planlamanıza göre gezmelisiniz. Zira 7 günde gezdiğimiz yerleri tadında gezmek istiyorsanız en az 15-20 güne ihtiyacınız var demektir!..
Karadeniz’e aşık oldum desem yeridir…
Tabii şu ana kadar yazdığım tüm bu olumsuzluklarla ilgili tur şirketimiz olan Gem Tour yetkilileri bizi bilgilendirmişti. Kısaca “bunları bilin, hazırlıklı olun” demişlerdi..
Yazının bundan sonraki bölümü ise ilk kez gittiğim Karadeniz bölgesine duyduğum aşkı ifade edecektir..
Böylesi güzel bir doğa, yeşilin her tonunu barındıran bir coğrafya, güler yüzlü insanlar, tarih, yayla kültürü, fındığı, çayı, mutfağı.. Tek kelimeyle muhteşem…
Gelelim detaylara..
Turumuza pek ‘bildik’ Karadeniz ile alakası olmayan Amasya ile başladık.. Kendi bilgim Amasya’nın Şehzadeler Diyarı olması ve elması ile meşhur olduğuydu.. Genç rehberimiz Mert Oymak kardeşimin engin bilgileri ile Amasya’nın ne kadar özel bir şehir olduğunu da öğrenmiş olduk.
Şehzadeler Şehri Amasya ile başladık
Tarihi evleri, Beyazıt Camii, Kral Kaya mezarları şehrin ortasında geçen Yeşilırmak Nehri ile Amasya gerçekten görülmesi gereken bir yerdi… Amasya’daki birkaç saatin ardından yolumuz Tokat iline düştü.. Karadeniz coğrafyasında görünse de burası da bildik Karadeniz değil.. Bir İç Anadolu ilinden farksız.. Buradaki durağımız Pazar köyü oldu.. Çünkü Pazar da Ballıca Mağarası’ydı durağımız. 680 metre uzunluk ve 95 metre yüksekliği olan mağaranın tamamını dolaşmak elbette kısıtlı zamanda mümkün olmadı ama sıra dışı soğan şeklindeki sarkıklar oldukça dikkat çekiciydi. Sarkıklara ışığı tuttuğunuz zaman bal rengini almasından dolayı Ballıca Mağarası adını almış…
Dışarıda Kıbrıs’ın sıcağından farksız bir sıcak, mağaranın içi ise serin mi serin.. Bu durum ilk günden şifayı kapmamıza neden olsa da gezip görmeye değerdi.
Tokat Taşhan ve saz heyeti…
Otobüsümüz ile Tokat’a varıp konaklayacağımız otele geçtik. Yemek ve kısa bir dinlenme sonrasında kendimizi çarşıya attık. Tarihi Taşhan, Anadolu’nun en büyük hanlarından biri… Gece türkü dinletisi eşliğinde çay kahve içip güzel vakit geçirirken, Anadolu ezgilerinin işlerini taşıyan hediyelik eşyalar da alabilmek mümkün…
Tabii çok da oyalanmadan yatmak şart zira ertesi gün saat 07.00 dedi mi otobüsün tekerleği dönüyor. Zira artık bildik Karadeniz’e yol alacağız… Çünkü hâlâ yeşile hasretiz buralarda…
Yemyeşil dağlar, turkuaz renk sular ve binlerce metre yükseklikteki yaylalar
İstikamet Giresun… Şehre giriş yapmadan Dereli İlçesinde duruyoruz.. Burada Mavi Göl adını alan aslında turkuaz renkli muhteşem bir doğa manzarası ile başbaşayız… Yemyeşil dağların arasından süzülen bu turkuaz renkli gölün serin atmosferinde bol bol fotoğraf çekip tertemiz havayı ciğerlerimize çektikten sonra takım liderimiz Servet Hanım’ın verdiği saati aşmamak adına istemeye istemeye otobüse geri gittik..
Dereli’de gezmeye devam edecektik sıradaki hedef Kümbet Yaylası’ydı… Buraya ulaştığımızda ilk kez üşüdüğümü hissettim… Önceden tembihlendiğimiz üzere uzun kollu ve kapişonlu kıyafetimi üzerime geçirdim.. Yağmur ha yağdı ha yağacaktı ama bizim şansımızdan olsa gerek 7 günlük Karadeniz tutunda tek bir damla yağmur görmedik.. Neyse lafı çok uzatmadan Kümbet Yaylası’ndan bahsetmeliyim. Bana bir mangal, bir şişe de rakı vermiş olsalardı hiçbir kuvvet beni buradan kaldırıp otobüse bindiremezdi ama yine mecburiyetten bu doğa harikası yerde 1640 rakım yükseklikte mis gibi serin havayı terk etme vaktimiz gelmişti…
Köy içerisinde durup yemek yiyecektik. Rehberimiz “burada et yenir” tavsiyesinde bulundu ve dediğini yaptık. İyi ki de yaptık zira az kalsın parmaklarımızı da yiyecektik. Ama hep bir eksiklik hissettim mi? Açıkçası evet, bence ne olduğunu siz anlamışsınızdır, az önce Kümbet Yaylası’ndan bahsetmiştim çünkü.. Karadeniz coğrafyasında ne otellerde, ne de restoranlarda alkol yok.. Bu da biz Kıbrıs Türkleri için büyük bir eksiklik diye bir not eklesem abartı olmaz sanırım!…
Saatlerce yolculuk, tüneller ve “Adamlar yapmış arkadaş” hissiyatı!
Evet; yemekler yendi, köy kahvehanesinde muhtarla sohbet eşliğinde köy kahvelerimizi yudumlamamızın ardından evimiz gibi olan otobüsümüze binip yola revan olduk… Saatler sürecek yolculuk bizi bekliyordu, Giresun, Gümüşhane derken hedefimiz Trabzon’a varmaktı…
Binlerce metre yükseklikte yeşili yarıp yol alırken, bir yandan “adamlar ne yollar yapmış arkadaş” diye düşünmekten insan kendini alamıyor. İşte tam bu sırada Zigana geçidine ulaşıyoruz… Rehberimiz Zigana Tüneli’nin, Trabzon ve Gümüşhane illerini birbirine bağladığını anlatırken yaklaşık 15 bin kilometre ile Türkiye’nin en uzun tüneli olduğu bilgisini paylaşıyor. Tam da bu bilgileri verdiği sırada Karadeniz’in meşhur şarkıcısı Volkan Konak’ın Zigana Dağları şarkısı fonda kulaklarımıza ziyafet veriyor…
Sümela Manastırı mutlaka görülmeli
Akrep ve yelkovan birbirini kovalayadursun, yarı uyur yarı uyanık varıyoruz Trabzon’a.. İstikamet adını çok duyduğum ve görmeyi en çok istediğim yer; Sümela Manastırı.. Burası için çok bir şey yazacak değilim, mutlaka gidilip görülmesi gerektiğini söylemeliyim. Zira dağın o noktasına milattan sonra 365-395 tarihleri arasında inşa edildiği düşünülen bu yapının o dönemin koşullarında o yükseltiye nasıl inşa edildiği, bunla ilgili anlatılar.. Ve elbette ki binadaki freskler.. Mutlaka görülmeli diyorum ve geçiyorum…
Ve yine saatler süren yolculuk sonrasında Rize’deyiz.. Coğrafyanın iki ünlü bitkisinden biri olan çay ile ilgili engin bilgiler edindiğimiz çay fabrikası ziyareti sonrasında Rize merkezden geçip Hopa’ya varıyoruz… Hopa Türkiye’nin Gürcistan ile sınır ili.. Trabzon ve Rize’yi hızlı geçtik ama merak etmeyin geri döneceğiz. Çünkü bugünkü rotamızda Gürcistan’ın Karadeniz sınırındaki turizm şehri olan Batum var… Yani Türkiye’den ayrılıp Gürcistan’a gideceğiz.. Ayrı bir macera bizi bekliyor. Hopa’daki otele varıp kısa bir dinlenmenin ardından Batum’a geçmek için Sarp sınır kapısındayız..
Biraz Sovyet biraz Avrupalı.. İşte Batum!
İlk kez deneyimlediğim bir durum.. Binaya girdik, pasaport işlemlerini yapıp bir süre bina içerisinde 5 dakikalık bir mesafede yürümemizin ardından çıkış kapısında Gürcülerin bizim hiç anlamadığımız alfabesiyle yazılan yazılarını görebiliyoruz. Batum’da bizi ilk karşılayan nokta casino.. Batum 5 yıldızlı otelleri, casinoları ve Gürcistan’ın yüzünü batıya çevirdiği modern yapıları ile biliniyor. Sınır kapısından yarım saatlik bir otobüs yolculuğu ile ilk iş cebimizdeki Türk Liralarını Gürcü para birimi Lari’ye çevirmek oluyor. 1 Lari yaklaşık 14 TL. Burada armut suyu meşhurmuş… Eksik kalmayalım, alalım edik, açıkçası hiç tavsiye etmem.. Armutlu gazoz.. Etrafımda da pek severek içen olmadı açıkçası.. Ama turistiz ya.. İlla deneyeceğiz…
Neyse Batum aslında pek güven vermeyen, mafyavari bir şehir görüntüsü yarattı bende.. Ama turist çok.. Özellikle Rus turistler, Batum’un modern caddelerinde cirit atıyor. Tam bir eğlence merkezi.. Sovyetler Birliği’nin soğuk yüzünü de hissedebileceğiniz yapılar da var, yüzlerini batıya çevirdikleri için Avrupa’nın tarihi mimarisini taklit ettikleri ‘Avrupa Meydanı’ ya da ‘Piazza Meydanı’ gibi yaratılan suni binaları ve eğlence merkezleri de…
Ali ve Nino Heykeli
Denizin kenarındaki bu turistik şehrin simgesi konumundaki hareket edip, birbirlerine sarılıp ayrılan metalden yapılmış bir kadın ve bir erkek heykeli olan Ali ve Nino Heykeli.. Elbette bu heykellerin de güzel bir hikayesi var ve gecenin karanlığındaki rengarenk bu heykellerin heybetli görüntüsü turistler için harika bir nokta yaratmış oluyor. Burada Londra’daki ‘London Eye’ tarzında yapılmış, oldukça yükseğe çıkıp tüm şehre kuş bakışı bakmanızı sağlayan dönme dolap da yerindeyse tam bir para makinesi… Taklit tarihi binaların dışında oldukça modern ve lüks binalar, sokaklarda milyon dolarlık lüks arabalar ve özellikle turist Rus kızları Batum’u yanı başındaki Hopa’dan çok farklı kılan özellikleri..
Batum’dan Hopa’ya dönüş için yeniden sınır kapısına geldiğinizde buradaki gümrük kapısında var olan Dutty Free mağazalarının ne kadar ucuz olduğunu görünce açıkçası şaşırdım..
Yorgunluk bize Rize’yi es geçirtti!
Ve gece saat 02.00’yi gösterirken otele doğru yol aldık.. Ertesi gün de yorucu bir rota bizleri bekliyordu. Rize’deki çay bahçeleri, yaylalar ve tarihi köprüler… Ancak tam da bu noktada eşim Seran’a “ben gece 2.30’da yatıp sabah 06.00’da kalkmam.. Bu Alaman işgencesine bir ara verelim J.. Günü Hopa’da geçirelim, ben sana bol bol çay ısmarlarım” deyince, turdan bir gün için koptuk. Açıkçası bu kararı aldığımız için hiç pişman değilim. Ancak arkadaşlar muhteşem Rize coğrafyasında güzel yerleri görmeye devam etti. O kısımları atlıyorum.
Hopa, tırcılar ve gece hayatı!
Hopa çok ilginç bir yer. Yüzlerce metre uzayıp giden tır kuyrukları dikkat çekiyor. Ve aslında şehrin havasını da bozuyorlar. Bu tırlar Sarp sınır kapısından Kafkas coğrafyası ile Avrupa’yı birleştiren bir rotayı kullanıyor. Şoförler günlerce tırların içerisinde kuyrukta sıra bekliyorlar. Hal böyle olunca Hopa’nın gece hayatı da tırcılara göre şekillenmiş. Bolca travesti ve ailelere göre hiç olamayan bol ışıklı gece kulübü tarzında yerler şirin Hopa kasabasına yakışmayan bir görüntü oluşturuyor.
Karagöl Tabiat Parkı bambaşka…
Bir sonraki gün istikamet Artvin. Bu turda Sümela manastırından bile beni daha fazla etkilen bir nokta ilk durağımız; Borçka İlçesindeki Karagöl Tabiat Parkı’nda açıyoruz gözlerimizi.. Bu nasıl bir doğa harikası.. Binlerce metre yükseklikte yeşilin her tonu arasına gizlenmiş muhteşem bir göl.. Sakin, dingin, mangallar ahşap oturma grupları göl kenarına dizilmiş.. Seran’ı ‘şurada da dur, fotoğrafını çekeyim, burada da dur fotoğrafını çekeyim’ diye diye deli ettim resmen… Rehberimiz “haydi gidiyoruz” dediğinde çocuk gibi ağlayasım geldi.. Karadeniz turu içerisinde en muhteşem bulduğum yerdi Karagöl.. Önerim şu; gidin ama sakın ola turla değil.. Burada saatler geçirebileceğiniz bir organizasyonla gidin!
Karagöl’ün etkileyici atmosferi sonrasında otobüsümüzün bu kez rotası Trabzon Uzun Göl’dü… Bu muhteşem doğa harikası, etrafına konuşlanan turistik tesisler nedeniyle Karagöl’ün sunduğu o dinginliği vermiyor… Buna bir de bol sayıda Arap turisti eklediğiniz zaman yeşilin ve gölün huzur veren ortamı yerini Arapların bağırıp çağırarak konuşmasına bırakması açısından üzücü.. Ama eğer becerip de kendisinizi bu dış etkenlerden soyutlayabilirseniz Uzun Göl çok başka bir güzelliğe sahip..
Ata’yla köşkünde yarım saat…
Bu muhteşem doğa zehirlenmesinden sonra Trabzon merkeze varıyoruz.. Atamızın burada bir köşkü var. Köşk bir Rum tarafından yapılmış ama nüfus mübadelesi sonrasında sahipsiz kalında Atatürk’e armağan edilmiş.. Burası müzeye çevrilmiş, iyi de müze olmuş.. Buradan Trabzon’u kuş bakışı seyretmek mümkün.. Atatürk’ün kişisel eşyalarının da sergilendiği müze elbette görülmeye değer…
Daha sonra Trabzon’daki tarihi Ayasofya Camii’ni de gezdikten sonra, artık oldukça yorucu geçen günü de tamamlamış olduk ve nihayet otelimize gidebildik.
Giresun’da fındık, Ordu’da teleferik
Turun bilmem kaçıncı gününde bu kez Giresun’dayız.. Fındık diyarı.. Yeni hasat edilmiş fındıklarımızı satın alacağımız noktalar sonrasında Ordu’ya doğru yola koyulduk.. Ordu’da Boztepe’ye inşa edilen teleferikteyiz… Kaç yüz metre yukarı çıktık bilmiyorum ama teleferiğin durduğu noktadan Ordu’yu izlemenin tarifsiz hazzını yaşadık. Zamanımız çok kısıtlı olsa da burada, bu manzarada mutlaka bir kahve içmeliydik.. Kahvemizi de yudumlamamızın ardından koşar adımlarla ayni yerdeki turistik bir uygulama olan ters eve gidip bir fotoğraf çekelim dedik.. Ama evin dışarıdan ters yapısını görünce, Seran’a “boşver şimdi buna girip başımızı döndürmeyelim, zaten yine saatler sürecek otobüs yolculuğumuz var” diyerek bu opsiyonu atlayıp doğrudan otobüsümüzdeki 5 ve 6 numaralı koltuklarımızdaki yerimizi aldık.
Elbette Samsun ve Bandırma Vapuru
Artık dönüş yolundayız.. İstikamet Samsun.. Karadeniz’in en büyük şehri.. Ama Samsun’un en önemli özelliği elbette Atamız Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük ateşini fitillediği Bandırma Vapuru’yla buraya gelişi.. Bir milleti esaretten kurtaran mücadelenin kıvılcımı.. Samsun’da tarihi Bandırma Vapuru’nun bulunduğu Bandırma Gemi Müzesi ve Milli Mücadele Parkı Açık Hava Müzesi’ni gezdik… O günleri yaşamasak da bizi o zorlu mücadele günlerine döndüren bu tarihi mekanda olmanın ayrıcalığını yaşadık.. Atamızı taşıyan Bandırma Vapuru’nun orijinali korunamadı ama onun bire bir aynısı inşa etmişler ve şu anda müze olarak hizmet veriyor.
İnsanın tüylerinin diken diken olduğu, milli mücadeleyi benliğinin en derinliğinde hissettiği bu alanda, bol bol fotoğraf çektik. Ardında da Samsun’un merkezindeki Atatürk Anıtı’nda turdaki tüm arkadaşlarla bir anı fotoğrafımızı çekip, gerçek Karadeniz turunu tamamlamış olduk.
Ferhat ile Şirin dağı..
Dönüş yolunda yine yolumuz Amasya’ya düşecekti ve meşhur Ferhat ve Şirin’in hikayesine konu olan dağları da görecektik.. Elbette burada da anı ölümsüzleştirmekti amacımız ve o amaca da ulaştık… Artık ülkemize geri dönmek için Ankara Esenboğa Havaalanı’nın yolunu tutma zamanı gelmişti.
Bu 7 günlük oldukça yorucu ama hem doğa, hem de tarih olarak oldukça doyurucu turumuzu tamamlamanın tatlı yorgunluğu ile tatilimizi noktaladık..
Özetleyecek olursam; herkese mutlaka en az bir defa da olsa Karadeniz’i boydan boya gezmeyi tavsiye ederim..