Haftalık Kathimerini, “Kıbrıslı Türkler Müzakerelere Dönmek İçin Kıbrıslı Rumlardan Teşvik İstiyor” sözünü başlık yaptığı röportajda İngiliz Yüksek Komiseri'nin BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın faaliyet takvimi ve Birleşik Krallık'ın Kıbrıs sorununda bu sefer oynayacağı rolle ilgili de kartlarını açtığını yazdı.

Habere göre, Kıbrıs sorununda durağan geçen 6 yıldan sonra BM Genel Sekreteri’nin yeni temsilcisinin gelmesinden çıkardığı sonucun ne olduğu ve “artık Kıbrıs sorununda bir hareketlilikten söz edilebilir mi?” sorusu sorulan Siddiq, bu yıl BM Barış Gücü’nün Ada’ya gelişinin 60’ıncı yıl dönümü olduğunu, bunca yıldır harcanan her türlü çabanın sonuçsuz kaldığını, bu nedenle insanların her türlü harekete karşı çekimser yaklaştığını söyledi.

İnsanların çekimserliğini anlayabildiğine işaret eden Siddiq Rum tarafında müzakerelere yeniden başlama iradesi gördüğü için nispeten iyimser olduğunu belirtti.

Rum yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in, seçildiği günden beri bir AB temsilcisi atanmasına odaklandığını ve artık BM kişisel temsilcisinin atandığını söyleyen Siddiq, AB temsilcisi atanması fikrinin başarısızlığa mı uğradığı sorusuna karşılık “Avrupalı temsilci fikri süreçte öncü olmayacaktı, keza yetki BM’dedir. Hedef, AB’nin daha aktif bir rol oynamasıydı. Bu şekilde Türkiye, teşvik verilerek sürece dönmeye teşvik edilecekti, elbette bu başarılamadı” dedi.

Irfan Siddiq, kişisel temsilci atanmasındaki büyük bahsin, şu anda tezleri arasında büyük fark bulunan iki taraf arasında ortak zemin bulunup bulunamayacağının saptanması olduğunu belirterek Rum tarafının iki bölgeli, iki toplumlu, Güvenlik Konseyi kararlarında belirtildiği şekliyle siyasi eşitliği olan bir federasyon çözümüne bağlı olduğunu, Türk tarafının şu anda bu teze katılmıyor göründüğünü söyledi, şunları ekledi:

“Birleşik Krallık iki bölgeli, iki toplumlu, Güvenlik Konseyi kararlarında belirtildiği şekliyle siyasi eşitliği olan bir federasyonu destekliyor, bu yönde çalışıyoruz. Ancak bu tezi ne zaman dillendirsek Kıbrıs Türk tarafı tepki gösteriyor. Şahsen, Türk tarafının dillendirdiği tezlerde esneklik olduğuna inanıyorum.”

Hava soğuyor, Trodos’a kar bekleniyor Hava soğuyor, Trodos’a kar bekleniyor

Esnekliğin, müzakere masasına geri dönecek ve federasyonu görüşecek kadar mı olduğu, böyle bir şeyin mümkün olup olamayacağı sorulduğunda ise “Zor olacak ancak olabileceği görüşündeyim” diyen Siddiq, özetle şöyle devam etti:

“Sonuna kadar bu tezle gitmeyecek olsalar bile ayrı devletten söz etme hakları olsun istiyorlar”

“Kişisel Temsilci’nin yetkisi de tam olarak bu. Bunca yıllık başarısız çabalardan ve oluşan güvensizlikten dolayı zordur. Kıbrıs Türk tarafında, yeniden birleşme ve çözümden yana olan insanlar arasında bile Kıbrıs Rum liderliğinin nihayetinde takınacağı tavır konusunda çekimserlik var. Bu, Kıbrıs Türk tarafının 2004’te yaşadığı, kendisi Annan Planı'nı desteklerken Rum tarafının karşı çıkması deneyimden kaynaklandı. Ancak Annan Planı'nın haricinde Crans Montana konferansını, 'Rum tarafı çözüm momentumunu değerlendirmedi' şeklinde okuyorlar. Crans Montana’dan sonra Kıbrıslı Türkler tavır değiştirdi ve artık egemen eşitlikten söz ediyor.

Ancak ilgi çekici olan, Kıbrıslı Türklerle konuştuğumda, -Türk tarafıyla konuşan Ankara’daki denklerim için de aynı şey geçerlidir- egemen eşitliğin onlar için illa iki devlet demek olmadığı ortaya çıkıyor. (Türk tarafının) Bu defa da müzakerelere katılırlarsa farklı bir sonuç olacağına inanmadıklarını savunuyorlar.  Tam da bu nedenle, bu defa müzakere masasında olguların farklı olacağının teyit edilmesine ihtiyaçları var. Sonuna kadar bu tezle gitmeyecek olsalar bile, ayrı devletten söz etme hakları olsun istiyorlar. Kıbrıslı Türkler, Rum tarafının müzakerelere dair iradesi konusunda samimi olmadığına inanıyor ve bu yüzden egemen eşitlik meselesini güvence kartı olarak elde tutmak istiyorlar. Ancak bu yaklaşım Kıbrıs Rum tarafında, bu kartın, müzakereler başarısız olursa ayrı devlet ilan etmek için kullanılacağı endişesi yaratıyor. Tam da bu nedenle kabul etmiyor. Kıbrıslı Türkler sonu olmayacak bir sürece girmek, tanınma olmadan ve dünyanın geriye kalanıyla herhangi bir bağlantı olmadan izole kalmaya devam etmek istemiyor. Bu nedenle müzakerelere yeniden başlamak için, bu sefer süreçten farklı bir şey çıkabileceği inancını güçlendirecek ve güvende hissettirecek bazı teşvikler istiyorlar.  Bu ihtiyaçları haksız değil. Ancak soru, Kıbrıs Rum tarafında otomatikman iki devlet çözümüne gidileceği endişesi yaratmadan Kıbrıs Türk tarafına bu güvencelerin nasıl verileceğidir. Yeni temsilcinin zorluğu budur.”

Kıbrıs Türk tarafının, Genel Sekreter’in kişisel temsilcisinin görev süresinin 6 ay olacağı söylemi de sorulan Siddiq, “Anladığım kadarıyla Kıbrıs Türk liderliği, prosedüre güvensizlikten dolayı, sonu gelmeyen bir müzakere döngüsü daha başlatmak istemiyor” dedi, şunları ekledi:

“Görev süresine 6 aylık takvim getirmelerinin sebebi budur. Elbette bu, Rum tarafının istemediği bir şeydir. Benim çıkardığım sonuç, 6 ay içerisinde, sürecin tamamında ilerleme olup olmadığının saptanacağıdır. Olmazsa, o zaman çıkmaz ilan edilmesi yönünde baskı yapılacak. Ancak ilerleme olursa, o zaman daha çok zamana ihtiyaç olacağını değerlendiriyorum. Ancak şu anda bir karar almak için erken.”

Gazete, Irfan Siddiq’a Birleşik Krallık'ın bu sefer bazı inisiyatifler alıp almayacağını sordu. Şu anda müzakerelerin başlaması için ortak zemin bulmak için BM Genel Sekreteri’nin şahsi temsilcinin atanmış olduğunu belirten Siddiq “neler yapmaları gerektiği konusunda iki tarafa sunmak üzere herhangi somut bir belgemiz yok. Aslında bu rol bize değil, kişisel temsilciye ait” dedi.

İngiltere’nin daha önce bazı fikirler sunduğu hatırlatılarak Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis ile bu konuda görüşüp görüşmediği sorulan Siddiq bunun, kişisel temsilcinin atanmadığı dönemde yapıldığını hatırlattı.

İki tarafın tezleri arasında büyük bir uçurum olduğunun kayıtlara geçmiş olması nedeniyle egemen eşitliğin nihayetinde Kıbrıs sorununun çözümü için bir çıkış olabileceğini düşünüp düşünmediği sorulduğunda ise “Bizim herhangi bir fikir dayatmamız söz konusu değil, ortaya koyduğum Kıbrıs Türk liderliğinin teziydi. Zorluk Kişisel Temsilci'nin ve müzakerelerde sonuç görmeye ve öteki tarafa hitap etmeye daha hevesli olan Kıbrıs Rum tarafınındır” cevabını verdi.

“Güven yaratıma değil daha olumlu ortam yaratma çerçevesinde sunulmuş 14 madde”

Siddiq, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in açıkladığı “Güven Yaratıcı Önlemleri” (GYÖ) nasıl bulduğu sorulduğunda “Güven yaratıcı önlemler çerçevesinde değil, daha olumlu bir ortam yaratma çerçevesinde sunulduğunu anladığımız 14 madde açıklandı” ifadesini kullandı, bunun, ileri doğru bir adım olup olmadığı sorusuna karşılık ise şunları söyledi:

“Ada’daki insanların karşılaştığı bazı sorunlara çözümler önerdiği ve duruma yardımcı olacağı için olumludur. Elbette olasılıkla, Kıbrıs Türk liderlinin taleplerini karşılamıyor, tam da bu yüzden soru, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk liderliğini müzakere masasına dönerek uzlaşılmış çözüm çerçevesinde görüşmenin çıkarına olduğuna ikna etmek için ne yapacağıdır.

“Kıbrıs Rum liderliği daha fazlasını yapabilir çünkü müzakerelerin başlamasını isteyen de odur”

Söylediğimin, bir kısım siyasetçinin hoşuna gitmeyeceğini, Kıbrıslı Türkler topraklarını ellerinde bulundururken, haklarını çiğnerken, müzakere masasına dönmeleri için neden Kıbrıslı Rumların onlara (Kıbrıslı Türklere) yakınlaşma inisiyatifi alması gerektiğini sorguladıklarını iyi biliyorum. Bu tezi anlıyor ve saygı duyuyorum ancak bu yaklaşımla hiçbir şey ilerlemez. Dolayısıyla seçenek şu: Ya baştaki, bizim hiçbir şey yapmamız gerekmiyor tezinde ısrar edersin ama bu yaklaşımla hiçbir şeyin ilerlemesi söz konusu değil, yahut öteki tarafın uzlaşılmış çerçevede müzakerelere yeniden başlamaya çok da niyetli olmadığı siyasi gerçeğini kabul edersin. İkinci seçenekte ortamı iyileştirecek ve Kıbrıslı Türkleri cezbedecek ama aynı zamanda Kıbrıslı Rumlarda güvensizliğe neden olmayacak adımlar atılması gerekir. Kıbrıs Rum liderliği tarafından daha fazlası yapılabilir çünkü müzakerelerin yeniden başlamasını isteyen de odur. Kıbrıs Türk liderliği, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çerçevesinde müzakerelerin yeniden başlamasını istemiyor. Dolayısıyla hedef müzakerelere yeniden başlamak ise bunun başarılması için bir şeyler olmalı.”

"Pile anlaşmaları konusunda BM samimi olmak zorunda”

İngiliz Yüksek Komiseri Irfan Siddiq’a, “Pile ile ilgili saptamanız nedir, anlaşma başarısızlığa mı uğradı?” sorusu da yöneltildi. Sözlerine “Başarısız oldu demek haksızlık olur” diyerek başlayan Siddiq, Ağustos’ta cereyan edenlerin istikrarsızlık yaratabileceğini, olayların tırmanmamasının ve BM’nin her iki tarafla da her ikisini de tatmin edecek bir anlaşmaya ulaşmak için çalışmasının olumlu olduğunu belirtti. “Bu durum, anlaşmaların -iki anlaşma var- maddelerindeki yetersizliklerden kaynaklandı. BM, her iki tarafın da öteki anlaşmanın ne öngördüğünü anlaması için samimi olmak zorunda. Ortak anlayış olduğunda ortaklaşa uygulanabilir” dedi.

Pile deneyiminin gelecekte Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili algıları da etkileyip etkileyemeyeceği sorusuna karşılık Siddiq, “Zannetmiyorum. Olumlu nokta, her iki tarafın da gerilimi azaltarak diyalog aracılığıyla çözüm bulabilecek olmasıdır. Biliyorsunuz, BM Barış Gücü mensuplarına saldırı çok büyük bir meseledir ve krizi alevlendirebilir. Dolayısıyla anlaşmalar doğru izah edilirse, anlayış ve esneklik olursa doğru bir ortam ve benzer konularda ilerleme yaratır” dedi.

“Husi operasyonlarını Kıbrıs ile tam koordinasyon içerisinde yaptık”

Siddiq, Ağrotur üssünün Yemen’deki Husi hedeflerine yönelik operasyonlarda kullanılmasının toplumda Yemen’den saldırı gelebileceği endişesine neden olduğu hatırlatıldığında “Kıbrıs’taki bir kısım insanın olabilecek saldırılardan kaygılanmasını anlıyorum. Ancak açıkça söylemek isterim ki operasyonlarımız, tam ve şeffaf bilgi verdiğimiz Kıbrıs hükümetiyle tam koordinasyon içerisinde gerçekleşti” dedi, şunları ekledi:

“Yaptığımız hareketlerden dolayı Kıbrıs’taki riskin arttığına inanmamız için hiçbir sebep yok. Durumu sürekli kontrol ediyoruz ve hareketlerimizden dolayı Kıbrıs’ın hedef ya da daha büyük risk altında olduğunu gösteren bir şey görmedik. Husiler bu operasyonun Kıbrıs’tan değil Birleşik Krallık'tan olduğunu anlıyorlar. Kıbrıs’ın hiçbir müdahiliyeti yoktur, tamamen bir İngiliz operasyonudur.